';
329. Sayı / 1. Sayfa

Miladi Tarih: 1 Temmuz 1897

Rumi Tarih: 19 Haziran 1313

2. Sayfa
2 Yazı
[Levha-i Bahar]

Üstad-ı muhterem tarafından muharrir-i edibimiz Tevfik Fikret Bey’e hitaben tahrir buyurulmuş bir tezkiredir ki nüshamızı tezyin eden levha-i bahara ait bazı mülahazatı da havi olduğundan maal-iftihar derc-i sahife-i istifade eyliyoruz:

………..

Bana o levha-i baharı niçin gönderdin? Gönderdiğine pek isabet ettin. Zira hakikaten o görülecek şeymiş. Bu memlekette o kadar nazik, o kadar zarif, o kadar hurde, o kadar bediakârane levhalar tanzim ve tersim edecek hünerverlerin vücuduyla iftihar etmelidir. “Niçin gönderdin?” sözünden maksadım, “O levhanın beyaz bırakılan  yerlerini karalamak emr-i müşkülünü niçin bana havale ettin?” demektir. Öyle bir levha-yı nefisenin, öyle bir nakş-ı bedi-i çire-destanenin meyan-ı sevad-ı nukuşundaki o ufacık safahat-ı garraye inci gibi yazı ile elmas kadar parlak birer şiir yazılmak… Tabir-i diğerle ofsetlere birer pırlanta kondurulmak yakışırdı ki buna da senin kilk-i sanatkâr hurde-nigârın mütekeffil olurdu.

Levhanın müştemilatını geçen gün biraz tarif etmiştik. Beyaz bırakılan yerlerin mikyas-ı ittisanı tahmin edemediğim hâlde iki manası itibarıyla da sanat-ı müraat-ı naziri meri tutmuş olmak için:

Bir sayegehte – el ile – bir çift zi-garam

Söyler serair-i dili bi-kayd-i ihtiyat;

Bir saha-i çemende pür-avaze-i neşat

Hoplar, koşar, düşer, güler etfal-ı nev-hıram

Hürrem-i çemen, çiçek, kelebek… Münbasit-i hevam

Diye bir manzume başlamış idim ki niyetim levhada ne varsa birer münasebetle manzumeye de yerleştirmekti. Levha gelip de şiir yazılacak yerlerin kifayetsizliğini gördüğüm gibi o manzumeden bi’z-zarure ve fakat maa’l-memnuniye sarf-ı nazar ederek diğerini yazdım. Vakıa bu ikincisi de bir şeye benzemedi. Fakat hiç olmazsa bu manzumecik levhadan tecrit olunduğu hâlde de yalnız başına manalı. Münasebetli bir şiir gibi okunur. Hiç olmazsa bunun nasiye-i hâlinde “ısmarlama” damgası görülmez. Ismarlama manzumeler hiç de hoş olmuyor. Fakat nedense Servet-i Fünûn’da bana ait olan bir iki şey hep öyle vaki oldu. Hatta “Koparma!” unvanlı manzume bile esasen bir fikr-i azade mahsulü iken –bir zamana tesadüfünden ve aralarındaki muvaffakiyet-i mevzuattan dolayı– o mahut levhaya ircaen basıldığı için o da ısmarlama zeyne girmiş bulundu. Neyse şimdi bu küçük manzumeyi bilmem ki beğenecek misin? Beğensen de beğenmesen de artık bir kere oraya yazıldı. Onu gazeteye koymamak için levhadan da vazgeçmek lazım gelir. Bu fedakârlık sence mümkün olsa da “Servet” idaresinin hiç de işine gelmez zannederim. Peki, ama bana bahar manzumesi yazdırmak mevsimi pek çok geçmiş olduğunu sen düşünmeli değil miydin? Şiirin envai şadkâmanesinde muvaffakiyet-i nevbahar-ı hayatının bülbül her dem teranesi olan senin gibi üstad-ı gençlere mahsustur. Eğer levha sonbahara dair olsaydı, o mevsim-i hazin-i mübareğin neşe-i melaliyle mütenasip birkaç mail bulmak benim için belki mümkün olurdu! Ve bir de levhada açık bırakılan o kadarcık bir yere sıkışabilmek üzere küçük vezinde bahar hakkında üç beş beyitten ibaret bir manzumecik yazmak –güzel bir şiir olmak içinse– benim kârım değildir.

Manzumeye asıl verdiğim unvan senin “Bahar-ı Teranedar”ının başka türlüsü olmak üzere “Bahar-ı Bi-karar” idi. Hâlbuki bu iki kelime orada bir satır kadar yer tutacağından unvan yazmaktan esasen sarf-ı nazar etmiştim.  Sonra “Servet”e ilerinde fihrist tanzim edecek zatın uğrayacağı müşkülat hatırıma geldi. Mesela: O zat buna “Adsız” manzume mi diyecek? O bunu derken bir başkası “Tatsız bir şiir” demek daha yakışacağını mı ihtar edecek? Nasıl olacak, dedim de “Levha-i Bahar” serlevha-i muhtasarını onun için yazdım. Muhtasarlık lafzen değil hatten olduğunu unutmamalı.

Birinci mısranın “Ne âlâ!”sı belki bazıların hoşuna gitmez. Yerine:

Gök mai… Zemin yeliş – serapa

Hemrenk bihişt olup da sahra –

Demek olurdu. Fakat “Serapa” tabiri orada bir haşv-ı bi-lezzet kalırdı. “Ne âlâ!” da hiç olmazsa haşviyet yok. Bendin sonundaki “Olaydı”lara nazaran bir hükmü, bir lüzumu olduğu ise azıcık teemmül ile anlaşılıyor. Değil mi?

Şair o sema-yı safa karşı

Mısraındaki “karşı”yı da hayran kelimesiyle mübadele mümkündü ama bence tatsız göründüğü için öbürünü tercih ettim.

Üç beş gün bi-karar olaydı!

Mısraını levhaya yazarken midad-ı hatime bir tuğyan geldi. Kâğıdın oracığı bir katre-i kebirenin çehr-alud zalam-ı zulmü oldu. O berbatlığı kalemtıraşla hakk ve mahvedip de mürekkebi yayılmaya bırakmaksızın mısraı tekrar yazıncaya kadar ne zahmetler çektim! Hâlbuki onun yerine:

Üç beş gece gam-güsar olaydı!

Demek hem sektesiz hem de güzel olacakmış. Ne çare iadeye imkân kalmadı. O de öyle gidiversin! Üç günden beri yine rahatsızım. Sözü uzattığıma bakıp da yalan söylediğime zahip olma. Ben -bilmem nedendir- hasta olduğum zaman daha kolay yazarım. Baki…

Büyükada – 12 Mayıs sene 1313

Hamuş: Manzumeye sonradan birer mısra daha ekledim. Mısralardan biri o beğendiğim mısradır. Bu ilavelerle beraber yazdığım bir nüshasını işte sana gönderiyorum:

Bahar-ı Bi-karar

(…)

-Sevdalı Gönüllerin Penahı-

(…)