';
541. Sayı / 12. Sayfa

Miladi Tarih: 25 Temmuz 1901

Rumi Tarih: 12 Temmuz 1317

11. Sayfa
1 Yazı
13. Sayfa
2 Yazı
Asar-ı Münteşire

Doktorlar ve Süt Nineler

Mekteb-i tıbbiye-i şahane seririyat-ı cildiye ve efrenciye muallimi ve Fransa emraz-ı cildiye ve efrenciye cemiyeti aza-yı muhaberesinden doktor Celaleddin Muhtar Beyefendi’nin ahiren intişar eden eserleri [*] doktorlarla süt nineler hakkında nazar-ı dikkati celb etmekten hali kalmıyor.

Ettibbanın cemiyet-i beşeriye arasında işgal ettikleri mevkinin ne kadar şayan-ı hürmet olduğu düşünülünce insan bazı doktorların harekât-ı gayr-ı meşruası hasebiyle hasıl olan fikirleri söyleyeceği zaman bir tereddüde duçar oluyor. Çünkü bu şayan-ı levm ve takbih-i hareketinden, vücutları insaniyet için şeref-aver olan etıbba-yı muhtereme-i saireye de bazı cühelanın, bi-gayr-ı hakkın bir hassa-i tabip çıkarmasından korkuyor. Halbuki şüphe yok ki maatteessüf hem-meslekleri sayılan o kabil doktorların harekâtı hepimizden evvel ve hepimizden ziyade etibba-yı muhteremenin duçar-ı tan ve teşnii olmaktadır.

(…)

Celaleddin Muhtar Beyefendi’nin bu temennilere şiddetle iştirak ederek bu hakayık-ı faciayı herkesin nazar-ı ibretine vaz ettiklerinden dolayı kendilerini tebrik ile eserin kıraatini aile pederlerine, gençlere, hasılı bütün karilerimize son derece şiddetle tavsiye eyleriz.

[*] “Frengi Makalatı” – Karabet Matbaası – 2 Kuruş

İngiliz Tâbileri

İngilizlerle Fransızlar ekseriya birbiriyle mukayese edilir. Hususi, müesses, vakıfane kitaplar yazanlardan “çalçene” mebahisine kadar bunlardan birinin diğerine tefevvuk ve rüçhanına dair irad edilmedik delil, ifşa edilmedik seyyiat, mübalağa edilmedik iftira kalmamıştır denilebilir. Herkes kuvve-i iknaiyesinin, bütün talakat-ı lisaniyenin, bütün kabiliyet-i tehziliyesinin himayetine bililtica taannüd ve temerrüd eder, saatlerce süren münakaşat ve mücadelattan yine sade kendi fikrine meshur, fakat bitab bir halde çıkar. Mübahasat yine vakıfane olsa arada dost keyfi için insaf ve hakkaniyetin ziyan oluşu yine o kadar büyük bir felaket addolunamaz, her bahiste bunların adem-i vücuduna o kadar alışmışızdır ki! Halbuki mesele bilakis gayet müşevveş, gayet azim, bahusus gayr-ı kabil-i hal olduğu için bir anda namütenahi şuabat ve aksama ayrılır, gayet vâsi vukuf ve malumata müftekir kalır ki tabii bu da mümkün değildir. İşte bunun için mübahisîn, bu cehl-i sırf içinde, birkaç duyma çırpma malumatlarıyla hemen mukayeseye girişip tamimata kadar kalkışarak, sıkışınca tuhaflığa, tehzile, hükümperdazlığa dayanarak mübahase bir hezeyan olup gider.

(…)