';
308. Sayı / 2. Sayfa

Miladi Tarih: 4 Şubat 1897

Rumi Tarih: 23 Kânunusani 1312

1. Sayfa
1 Yazı
3. Sayfa
1 Yazı
İstanbul Postası

Ramazan, mah-ı gufran, eyyam-ı taat-ı iktiran hulul etti. Şehrimiz, bu şehr-i mübareğe mahsus letafet-i maneviyeyi iktisap eyledi. Çehrelerde bir sükûn-i takva-perveranenin cevami-i şerifede bir tehalük-i halik-perestanenin, kalplerde bir emel-i istiğfarkâranenin vakt-i tecellisi olan mah-ı ramazan -denilebilir ki- makar-ı hilafet-i celile-i İslamiyenin en parlak zaman-ı saadet-nişanı, en revnak-dar hengam-ı letafet-efşanıdır. İlk leyle-i ramazan hulul eylediği gibi acaba hangi kalb-i mesellem vardır ki bir hiss-i rakik-i hidayetin zebun-ı tesiri olmasın? Sanki minarelerde şule-feşan olan envar-ı kanadil ile beraber kalplerde dahi nur-ı hidayet teceddüt eder. Devam edecek otuz günün kutsiyeti karşısında serfüru-saz-ı tevkir ve ihtiram oluruz. İnsan bir müddet için olsun âlem-i maddiyattan tecrid-i nefis eyler, hayatın keşmekeş-i menafini, ihtiyacını, mesaisini unutur; ah, şu halisiyet-i nefsiyenin her zaman devamı kabil olsa… Ne kadar mesut olurduk!

Kalemi kâğıdı elime almış, muhterem karilerime bir ramazan sohbeti yazayım demiştim. Bir hayli müddet önümdeki kâğıt beyaz durdu, gözlerim bir nokta-i mevhumeye matuf kaldı, fikrim yukarıdaki mülahazat ile meşguldü. Odaya giren gazetemizin muharrir-i edebîsi, sevgili biraderim Tevfik Fikret Bey, yazıhanenin üzerinden bana atıf eylediği nazar-ı isticvabkârane ile âdeta “Ne düşünüyorsun?” diyordu. Sual-i sakitanesine şu cevabı verdim:

– Musahabe-i ramazaniye yazacağım.

– Ben manzume-i ramazaniye yazdım, işte bak, bu gecenin mahsulü, dedi.

Manzumeyi okudu. (…)