';
345. Sayı / 3. Sayfa

Miladi Tarih: 21 Ekim 1897

Rumi Tarih: 9 Teşrinievvel 1313

2. Sayfa
1 Yazı
4. Sayfa
2 Yazı
İstanbul Postası

Rast geldiğimiz su arabalarının haddi hesabı yoktu. O gayr-ı muntazam yolda kâh içleri dolu fıçılar yüklenmiş arabalara rast geliyoruz, lagar beygirler acınacak gayretlerle Erenköyü’ne doğru gidiyor, kâh dolmaya götürülen fıçıları taşıyanlara müsadif oluyoruz. Sanki bunları geçen hayvanlar da şu gitmenin bir de gelmesi var diye düşünerek yine gönülsüz yol alıyordu. Bizim arabayı sorarsanız boyunduruğunun altında lakaydane adım atan öküzlerin ayağıyla pek aheste kat-ı mesafe eyliyordu. Bereket versin ki yola erken çıkmıştık. Kozyatağı’nın son bağları arkada kalmış, Bakkalköyü hizalarından kıra çıktığımız vakit güneş henüz tulu etmeye başlamıştı. Ne hâli arazi! Yağmurun açmış olduğu hendekleri aştıkça fırtınaya tutulmuş gemi halinde çalkanan arabanın içinde hepimiz temaşa-yı tulu ile meşgul olduğumuz gibi hepimizin fikri de “Şu Kayışdağı’na bir varsak.”tan ibaretti.

Sahih, size daha söylemedim. Biz o gün Kayışdağı’na gidiyorduk. Kararı bir hafta evveli vermiş, akşamdan tedarik olunan öküz arabasına on saatlik nevalemizle dolmuştuk. İçimizde Kayışdağı’nı suyu kadar latif zannedenler vardı. Ben onların tatlı hayalini bozmak istemiyordum.

(…)

Bu sene sonbaharımızın letafeti hakikaten fevkalade! Bereketli yağmurların tesirleriyle bir reng-i zümrüdîn alan İstanbul civarının temaşasına insan bir türlü doyamıyor. Zaten yazın ardı arası kesilmeyen yağmurlar sayesinde çayırlar çemenler daima muhafaza-i teravet etmişti, şimdi büsbütün kesb-i revnak eyledi.

Hâlbuki bir hafta evveli şiddetli hükmünü icra eden fırtınalar Boğaziçi sakinlerinin ekserisini İstanbul’a naklettirdi. Bu sayede Beyoğlu Caddesi, Taksim ve Tepebaşı bahçeleri letafetini artırdı, Doğruyol piyasası revnaklandı. Pazar günü Taksim Bahçesi’ndeydim. Havanın ara sıra bozulmaya niyet göstermesi pek çok tenezzüh-perveri evinde alıkoymuş olduğu halde bahçenin yolları, gazinonun terasları yine hayli kalabalıktı.

(…)

O esnada yanıma gelen bir zat da bana Beyoğlu tramvayıyla İstanbul tramvayının hiç kıyas kabul etmeyecek derecede olduğunu söylüyor: Beyoğlu’nda sürat var, nezafet yok; İstanbul arabalarında bataet var, temizlik zararsız diyordu; ben gülmeye başladım.

(…)