';
365. Sayı / 14. Sayfa

Miladi Tarih: 10 Mart 1898

Rumi Tarih: 26 Şubat 1313

13. Sayfa
2 Yazı
15. Sayfa
1 Yazı
İstanbul Postası

Karnaval maskarası, maskesiyle bu sene mutadından ziyade sürdü. Şu eğlencelerin geçen pazar son günü olmak lazım gelirken bu cumartesi gecesi bile Odeon’da balo veriliyordu. Zahir bi-vakt olmasındandır ki baloya Müsamere-i Sanatkârane adını verdiler. Hele ondan evvelkini karnavalın hal-i ihtizarı diye ilan eylediler. Son demine gelip –ilan sahibinin yazdığı gibi- firaş-ı ihtizara düşen eğlenceleri görmek tabii her müştak-ı zevk ü sefada bir arzu uyandıramaz. Onun için renkli, şevkli ilan varakaları balolara çokluk müşteri celb edemedi. Havanın son derece letafetiyle beraber Beyoğlu’nda Doğruyol Caddesi bir hafta evvelki fevkalade asar-ı zevki gösteremedi. Hâlbuki karşı yakanın karnaval eğlencelerinde bu sene gibi germî çoktan beri görülmemişti. Mesela geçen pazar günü o ne kalabalık, o ne neşeydi! Külahlı davullu envaî çeşit maskaralar sokakları, kaldırımları bir baştan bir başa doldurmuş halk arasında geçebilmek için şaklabanlığı on kat etmeğe mecbur oluyorlardı. Kahvehaneler, gazinolar alelhusus balolar hani şu eski tabir yok mudur, iğne atsan yere düşmez derler, bu sözün sahihan mahal-i tatbikiydi. Lakin inşirah bulmak eğlenmek için toplanan şu heveskâran-ı zevk ü safa arasına iğne atılır mı ya? Bereket versin, onların başından aşağı dökmek için o ufacık ama pek ufacık kâğıt parçalarından yapılmış mütelevvin konfeti icat olunmuş. Bakınız, taze çehresini bir siyah kadife parçası arkasına gizleyip onun ufacık iki deliğinden fırlayan enzar-ı neşve-darıyla her yanından geçenin kalbini tatlı tatlı gıcıklayan şu güzel kadının mücella omuzlarından aşağı bir avuç o baran-ı rengareng-i yabisten dökmek, o mütelevvin parçaların saçlar içinde, korse arasında, esvabın kıvrımlarında mevcelendiği kendinin de üzerine gelen bu hücum-ı sevda-perveraneden işvebazane bir tavır ile kaçtığını seyretmek hoşa gitmez mi? Ya o serpantinler, bir taraftan bir tarafa fırlatılıp atılan, çıktığı elden gittiği yere kadar rengin, rakik bir hat resmeden o ince kâğıtlar rakkaseleri sağdan soldan ihata ettikçe ne kadar zarif bir levha teşkil eyler.

Konfetilerin, serpantinlerin icadı pek eski değil, lakin çabuk taammüm etti. İçlerinde sahib-i lisan olanlar da var. Evet, müteaccip olmayınız, konfetinin söz söyleyeni demek istiyorum. Geçen hafta refik-i muhteremimiz Sabah gazetesinde, bir konfeti kendi sergüzeştini yazmamış mıydı ya? Varakpare fabrikanın o cesim kâğıt hamuru kazanından bida’ ile nasıl konfeti haline girdiğini, kutular içinde dükkâncıdan dükkâncıya memleketten memlekete nasıl gezdiğini, nihayet bir baloda zarif bir el tarafından nasıl savrulup atıldığını, sonra oranın hava-yı har ve ziyadarı içinde biraz temevvüçten sonra bir erkeğin gömleği içinde ne yolda ahz-ı mevki eylediğini pek güzel hikâye etmiş. Hele kendi yüzünden hanede beyle zevcesi arasında çıkan münazaa fıkrası konfeti sergüzeştini okuyanları hep güldürmüştü. Konfetinin kendi tarihçe-i hayatını böylece – tabii yalnız gazetesi sütununa geçirecek kadar ketum- bir muharrire hikâye etmiş olduğunu arkadaşlarımdan birine anlatırken o da başından geçen aynı böyle bir vakayı nakletti. O zavallı da balo müzeyyenatından birine mahrem-i esrar olmuş, ama kendine tevdi-i sır edenin hayatı o renkli kâğıt parçası kadar hükümsüz değilmiş. Meğer arkadaşım bir gece kolunda gezdirdiği matmazelin arkasındaki tül esvapla konuşmaya yol bulmuş. O esvaptan tekmil beş senelik tercüme-i halini öğrenmiş. Öğrendikçe hayretten hayrete düşmüş. Nasıl düşmesin ki? Maskesi altında kendine gâh naz u istiğna gâh latife ve istihza gösteren sevimli kızcağızın sırtındaki esvap bile kiraymış. Sahibi olan dükkâncı tam dört senedir karnaval mevsimlerinde elbiseyi defaatle böyle nazeninden nazenine icar edermiş. O sayede zavallı esvap sırttan sırta dolaşır, mesela bir akşam etine dolgun, harekâtı ciddi bir madamın sırtında gezdikten sonra ertesi gece vücudu narin, civa gibi müteharrik bir işve-saz-ı şabede-bazın zebun-ı heva ve hevesi olurmuş. Bazen müracaat edenin vücuduna göre genişler, daralır; bazen uzanır, kısalırmış. Bunlar zavallı esvabın çektiklerinden bir kısmı. Hâlbuki daha öyle zahmetlere düşmüş, öyle şeyler görmüş ki sergüzeştini dinleyen zat bile bana hikâye etmeye yetişemedi. Nerede kaldı ben size yazabileyim.

Musahabe-i mutademizde size yazacak zevk-i averane haberlerden biri de Beyoğlu’na bir Fransız tiyatrosu gelmiş olmasıdır. Yeni kumpanya Mösyö Kristiyan ve Madam Darbeli’nin taht-ı idaresindedir. Bunlar mevsim-i şitanın bidayetinde bir kere daha şehrimizden geçmişti. Kumpanya bu defa oyuncularını ikmal ederek erbab-ı temaşayı cidden memnun edeceğini vaat eyliyor ve bize –ilan varakalarında- düzinelerle oyun esamisi sayıyor. Cumartesi akşamı ve dün gece Emil Zola [Emile Zola]’nın Terez Raken [Therese Raquin]’i oynandı. Tiyatro biraz kalabalıkmış seyredenler, biraz sıkıntılı fakat hoş bir oyun seyreyledik, diyorlar. Bir başka musahabetimizde bizim de göreceğimiz piyesler hakkında malumat veririz.

Ahval-i havaiyede malumatları olduğunu iddia edenler de bu sene baharın çabuk geleceğini, sürekli olacağını söylüyorlar. Yine bu adamlardan kış iptidasında “Yapraklar ağaçların tepesinden dökülüyor, kestane bol oluyor, onun için kış şiddetli geçecek.” rivayetini işitmiş, evvelemirde çokluk ehemmiyet vermemiştik. Ama nasıl şiddetli soğuklar gördüğümüzü unutmak kabil olmadığı için şimdi kemal-i hulusla bahar hakkında verilen haber sahih olsun duasını eyliyoruz.