';
313. Sayı / 16. Sayfa

Miladi Tarih: 11 Mart 1897

Rumi Tarih: 27 Şubat 1312

15. Sayfa
2 Yazı
17. Sayfa
4 Yazı
İstanbul Postası

Eyyam-ı mesude-i ıydı geçirdik. Mübarek bayram pazar günü ikindi ezanıyla bizlere veda ederken üç gün müsait bir hâlde küşada devam eden hava dahi bozuldu. Denizimizi Haliç’e dalgalandırmış olan lodos -gözü yaşlı olur derler ya- âdeti üzere yağmuru getirdi. Lakin o yağmur bayramın birinci gecesi de yağıp sokakların yazdan numune gibi son derece ziyadeleşmiş tozunu bastırmamış olsaydı ziyarat-ı ıydı icra edenler için her gittikleri yerde uzun uzun durulup temizlenmek, yollarda dumandan dört adım ilerisini görmemek lazım gelecekti.

Şubat içinde böyle tozdan kuraktan hatta bazen sıcaktan bahsediş tuhaf oluyor değil mi? Bu sene mevsim-i şitayı kıştan saymasak hemen yeri var. Bilmem soğuk gördük mü? Teşrinisanide birkaç günler irae-i çehre-i barit eden kardan, soğuktan sonra havalarımız hep müsait gitti. Hele Ramazan pek tatlı geçti.

Ramazanın tatlı eyyamını bayramın tatlı şekerleri vely etmişti. Onu da her vakit olduğu gibi meşagil-i mutade takip eyledi. Allah nice senelere yetiştirsin duasını edip işimize bakalım.

(…)

Musahabe-i Edebiye

-23-

Kafiye

Her sanatın terakkisi icat ile hasıl olur, icadın terakkiye hizmeti faydası nispetindedir. Her fayda burhansız takdir olunamaz. Erbab-ı ihtisas ihtiraat-ı şahsiyelerinin delail-i makuliyetini ortaya koymadıkça indi olarak vücuda getirdikleri yeni şeyler itirazdan salim kalmaz; çünkü meslektaşlarının her ferdi o delaili keşfe muktedir değildir.

Sanayi-i nefisenin -hususuyla edebiyat gibi fikre, cinse, hayale taalluk eden- şubelerinde ibraz olunacak teceddüdün nasıl bir faydaya esas olacağı tayin olunmalıdır ki mergubiyeti mürur-ı zaman ihtiyacından vareste kalsın. Gayr-i menus pek çok hakikatler vardır ki insan bu hakikatlerin zıddını, ahlafını iltizamda haksızlığını, yalnız haksızlığını değil hatta zararlı çıktığını bilir de sırf ilca-yı itiyat ile yine fikrinden vazgeçemez. Bu bir noksandır ki istifadeye, tekemmüle manidir.

“Kafiyenin lütfu samiaya aittir.” sözü işte böyle bir hakikatti. “Abes” ile “muktebes” kelimelerinin Türk şiirlerinde cevaz-ı takfiyesi o hakikatin muktezasından iken mahza lisan-ı garb kavaid-i edebiyesine menafi olması gibi vâhî bir sebeple bu kafiye reddedilemezdi.

(…)