';
272. Sayı / 7. Sayfa

Miladi Tarih: 28 Mayıs 1896

Rumi Tarih: 16 Mayıs 1312

6. Sayfa
2 Yazı
8. Sayfa
2 Yazı
Musahabe-i Fenniye

Tedfin-i emvat ve emraz-ı emvat – İhrak-ı emvat tarafdaranın nazariyatı – Mikropların kabirlerde müddet-i hayatı – Kabristanların mevkii – Petrolün hizmeti – Vasıta-ı teshin olarak istimali – Petrol ile yemek pişirmek – Havanın tabakat-ı mürtefiasında balonlarla seyahat – Mösyö Hermit’in  [Charles Hermite] son tecrübeleri

Gönüllerde bir zevk ve inşirah uyandıracak, yüzlerde tebessüm husule getirecek sohbetleri bırakıp da kasvet-efza, dai-i keder, hüzün-aver bir maddeden bahsetmek hoşa gitmez ama erbab-ı felsefeye sorarsanız bir kahkahadan ziyade bir bükâ şayan-ı rikkattir, mucib-i ibrettir! Bir şeker-handı bir katre sirişke tercih edecek olanlar bulunsun, ibret ve intibah cihetiyle elbet ikincisi birincisinden müessirdir. Sahte olarak gösterilebilecek bir tebessüme bedel bu birkaç damla yaşı dökmenin safiyane ve mütessirane olacağı düşünülürse yine ağlamanın gülmekten ulvi bulunduğu teslim olunur. Fakat musahabatımızda tefelsüften ziyade terakkiyat-ı cedide-i fenniye ve tetkikat-ı ahire-i ilmiyeyi söyleyip geçmek yoluna iltizam ettiğimizden erbab-ı tetkikten bir iki zatın son tetkikini kaydetmekle iktifa edeceğiz. Mahall-i tetkik kabristan olduğu için karilerimizi bu mesken-i ebediyeye sevk etmeden bir küçücük mukaddeme yapmaya mecbur olduk.

Kabirler her ne kadar yüreklerde bir hüzün ve tesir hasıl eder, kabristanı ziyaret insana gıyab-ı ebedîsiyle dağdar olduğu sevgililerini tahattur ile beraber akıbet-i hayat endişesini verir ve dünyanın fenasına burhan gösterir ise de beşeriyetin devr-i iptidaisinden beri insanlar kabirler hakkında bir hiss-i ihtiram beslemekte ve mekabiri başlıca bir ziyaretgâh görüp orada yatan zevatın ruhaniyetini de orada müftehi bilerek o ruhaniyetten feyz istemektedirler. Kabirler mukaddestir. Hemen her kabir kavimlerini mukaddes görmekte ve hüzün-aver yerleri gayetle muhterem tutmaktadır. Nazariyat-ı fenniyeyi itikadat-i akvam ile telif etmek cihetini hatırlamayan bazı inatçı mütefenninler kabirlerin şehir içinde ve berhayat olanların mesakini yakınında bulunması sıhhat-ı umumiye için muzır olup insanların da her mezhepte sıhhatlerini muhafazaya itina ile mükellef bulunduklarını ileriye sürmekte ve hükemadan bir kısmı emvatın defninden ziyade ihrakı muvaffak-ı fen olduğunu iddia eylemektedirler. Her ne kadar akvam-ı muhtelifenin emvat hakkındaki muamelesi muhtelif surette olup kimi mevtaları bir açık kabir yırtıcı kuşların pençe ve minkarına terk ediyor, kimi mumyalayarak binlerce sene muhafazasına itina gösteriyor… Ehl-i ketb ise emir-i tedfini kabul ve icra edegelmişlerdir.

Bir maraz-ı müstevliden vefat eden ve bedeninde tohum-ı maraz – yani muzır mikroplar – bulunan emvatın defin olunduğu kabirlerin bu mikropları etrafa yayacakları ve binaenaleyh intişar ve sirayet ve emraza sebep olarak sıhhat-i umumiyeyi ihlal edecekleri fikr-i fennîsinden tutturarak bazı zevat ihrak-ı emvata taraftar bulunmuşlar ve mevtanın ihrakı kadar sıhhat-i umumiyenin muhafazasına yardım eder bir usul bulamayacağını iddia eylemişlerdir. (…)

Her ne kadar manzarasının kasvet-efza olması cihetiyle kabristana yakın yerlerde oturulması tecviz edilmez ise de bazı erbab-ı tetkikin tetkikat-ı ahiresi kabirlerden korkulduğu kadar zarar görülmeyeceğini ve ihrak-ı emvat tarafdaranının gösterdiği mahzurlar beca olmadığını ispat eder. (…)

Mukâlemat-ı Ahlakiyeden:

-1-

-Oğlum, niçin öyle düşünüp duruyorsun?

-Düşünmüyorum, bey babacığım, öyle daldım.

-Hayır, âdeta düşünüyorsun. Dalgınlık ile düşünmeyi pek âlâ fark edebilirim. Bir sıkıntın varsa söyle. Ben senin hem baban, hem arkadaşınım. Babana söyleyemeyecek bir derdin varsa arkadaşına söyleyebilirsin.

-Ne söyleyeyim, bey babacığım?..

-(Lakırtısını keserek) Oğlum, yine en ziyade tevakki etmeni her zaman tembih ettiğim bir kabahati işliyorsun, yani yalan söylüyorsun. Ben yarım saatten beri buradayım; sen geldiğimden haberin olmadın. Yarım saattir hiç yerini değiştirmeyerek oturdun. Başın ellerinin arasından çıkmadı. Düşünecek şeyi olmayan bu hâlde oturabilir mi? İstersen niye düşündüğünü beraber arayalım?

-Hacet yok, efendim; ben söylerim: hususi imtihanda birkaç dersten numaralarım kırıldı da…

-Numaran mı kırıldı? Yazık! Bir şakirdan için bir numaradan mahrum olmak bir senelik ömür kaybetmek kadar ehemmiyetlidir. Sebebi buysa ne kadar sıkılsan, düşünsen hakkın var; lakin Allah vere de müstakbelde yapacağın şey düşünmekten ibaret kalmayaydı! Ey, numaran ne sebeple kırıldı bakalım?

-Sebebini bilir miyim efendim….

-Bu nasıl cevap? Hem kabahat işlemişsin, hem ne olduğunu bilmiyorsun?

-Bir şakirdin numarası mutlaka kabahati olduğu için mi kırılır?

-Şüphe mi var ya; vazifelerinden birini ifada tekasül gösterir, ihmalinin bihakkın mücazatına uğrar ki bu mücazat hakikatte mahz-ı mükafattır. Senin vicdanın şu sözümün doğruluğunu teslim etmiyor mu?…

-Ediyor, ediyor ama, bey babacığım, müsaade buyurun, sözümü ikmal edeyim. Şimdi ben mektebe giriyorum. Hemen üzerime üç dört ders yükletiyorlar. Yirmi dört saatte lâakal on saat çalıştırıyorlar. İnsanda ne kafa, ne beyin kalıyor. Evvela her çocuğa bin türlü ders okutmaya ne lüzum var? Saniyen, farz edelim ki okuttukları şeylerin hepsi lazım olsun, bir şakirt derslerinin hepsini bittabi sevemez, sevmediği şeyi de merak edip öğrenemez; bu hâlde sevdiği şeyleri mükemmel surette öğrenip de sevmediklerini az öğrendiği için numarası kırılmalı mıdır? (…)