';
265. Sayı / 5. Sayfa

Miladi Tarih: 9 Nisan 1896

Rumi Tarih: 28 Mart 1312

4. Sayfa
2 Yazı
6. Sayfa
3 Yazı
Musahabe-i Fenniye

Röntgen keşfi ne gibi tetkikata meydan verdi? – Efkar ve mülahazatın fotoğrafyası – Edison’un [Thomas Edison] tetkikatı – Doktor Simon [Carleton Simon] ve fotoğraf-ı Mösyö Rokover – Kuvve-i hafıza hakkında birkaç söz – Kuvve-i hafıza ile fotoğraf makinesinin münasebeti – Ahcar-ı Semaviye – Madrid ve Bordo [Bordeaux] şehirleri civarına gökten düşen taşlar – Ahcar-ı semaviye hakkında nazariyat – Kamil Flamaryon’un [Camille Flammarion] bu baptaki mütalaası.

Doktor Röntgen tarafından gözle görüp fark edemediğimiz şeylerin resmini almak yolu bulunduktan ve röntgen şuaatı namıyla zikir olunagelen bu nev ziya meydana konulup vücud-ı beşerde kemiklerin resmini çıkarmak ve kapalı kutu içinde bulunan bir saatin fotoğrafyasını almak hususunda dest-res olunduktan sonra şu keşif pek çok tetkikat-ı fenniyeye kapı açmak ve her gün bir suretle tatbiki haber verilmekte bulunmuştur. Haberler içinde en mühimi Amerikalı meşhur Edison’nun röntgen şuaatından istiane ederek dimağ-ı beşerin resmini almaya çalışması idi.

Efkâr ve mülahazatın muhafazası ve görülüp duran bunca havarık-ı medeniye ve terakkiyat-ı ilmiye ve sınaiyenin menşe ve masdarı olan dimağ-ı beşer mükevvenat içinde en mühim bir nokta yahut başlı başına bir büyük alem olup bu hususta icra olunacak tetkikat dahi tetkikat-ı ilmiyenin en mühimlerinden görülmek tabiidir.

Edison bu tetkikat-ı mühime ile iştigal etmekte olduğu ve henüz bir neticeye dest-res olamayıp mahsul-i iştigalini etrafa bildirmediği bir sırada yine Amerikalı ve dimağ-ı beşer üzerinde malumatıyla müştehir Doktor Simon namında biri dimağın resmini bir insan hâl-i hayatta iken almaya muvaffak olduğunu ve kalın bir kemik mahfaza içinde mahfuz olan ve gözleri kamaştıracak derecede pertev saldığı, ziya-paş olduğu hâlde o mahfaza içinde maddeten muzlim kalan dimağı bir yol bulup aydınlattığını ve resmini çıkarttığını ilan eylemiştir.

(…)

Mistır Rokov bir ölünün resmini almak için bir doktor çağırmış. Vefat edip resmi alınacak olan zat asar-ı kadime-i Mısriye ile iştigal eden ulemadan Kont Burniski imiş… Mistır Rokov vazifesini ifadan sonra sahib-i merak ve sahib-i malumat bir zat olduğu için feth-i meyyit ameliyatında bulunmuş ve müteveffanın açılmış olan cümcümesi ve dimağı bilhassa nazar-ı dikkatini celbetmiş. Doktordan rica ederek ölünün dimağından bir parça almış, evine götürmüş. Burada o dimağ-pare üzerine ehibbasından birkaç alim zat bulunduğu hâlde tetkikata girişmiş, o parçayı tekrar parçalamış. Parçaların resmini alıp bunları da malum olan büyültme usulüyle üç bin kereye kadar büyültmüş. Mister Rokoverd ile dostları resmini büyülttükleri dimağ parçaları üzerinde birtakım çizgiler ve muntazam şekiller keşfedince duçar-ı hayret olmuşlar. Asar-ı kadimeye aşina olanlardan biri bu çizgilerin ve şekillerin kadim Asuriye ve Finike hurufatını andırdığı ve adeta birtakımının Mısır-ı kadimde müstamel hiyeroglif hattından ibaret olduğunu tanımıştır.

(…)

Tabiiyun, tabiiyun olalıdan beri bir hadise-i tabiiye zuhura gelince o hadise üzerine beyan-ı mütalaat ve irad-ı faraziyat etmeyi adet edinmişlerdir. Geçen Şubat evailine doğru Madrid şehri civarına oldukça cesim bir hacer-i semavi sukut ettiği gibi birkaç sene evvel Fransa’da Bordo [Bordeaux] şehri civarına da yine semadan bir seng-pare düşmüştür. Bu hadise-i tabiiye vesilesiyle Avrupa ceraid-i fenniyesi ahcar-ı semaviyenin asl ve neşeti hakkında bir takım malumat neşretmiş oldukları gibi erbab-ı ilm de ber-vech-i mutad faraziyat dairesinde yürümüşlerdir. Gökten zemine bir taş düşüyor. (…)

93 Santimetre Boyunda 28 Yaşında Selanikli Hayat Efendi

[Hususi Fotoğrafımızdan]

Pejmürde

Her yerde olduğu gibi bizde de asar-ı kalemiye – tesir nokta-i nazarından – iki kısma ayrılır. Bir takımı okunduğu zaman zevk ve hüsnü, fikir ve hayali tatyib ve tehziz, tenvir ve tehyiç eder. Kemal-i telezzüzle okunur. Okundukça lezzetyab olunur. Bu kısm-ı müellifanın en büyük meziyeti her vakit okunabilmesidir. İşte bu hassadır ki eserlerin ve onlara izafetle müesserlerinin beka-yı nam ve şanı temin eder.

Diğer kısma dahil olan asarın tevlit ettiği seyyale-i tesir bir an içinde ruhtan ruha, kalpten kalbe, zihinden zihne, nihayet kalemden kaleme intikal eder. Alem-i tasavvur ve tasvirde tabii ve gayr-ı ihtiyari bir tahavvül husule getirir. Bu yolda bedayi-i kalemiyenin intişarından sonra yazılan kitaplarda -yahut- bu türlü eshar-ı bahar-ı marifetin infilakını müteakiben açılan yapraklarda onların bir eser-i nüfuz-ı maneviyesi, bir nefha-i hafye-i sahiranesi müşahede ve iştimam edilir. Bu nev mücellidanın en küçük fazileti hiçbir zaman elden bırakılamamasıdır. İşte bu hikmete mebnidir ki her kavim içinde bir asırda birkaç eser eshab-ı telif ve tahrire meşk-i taklid olmak, birkaç sahib-i deha ve hüner-i erbab insaf ve vicdan tarafından üstad-ı irfan add olunmak şerefine nail olur.

Pejmürde’nin şu iki kısımdan hangisine dâhil olduğunu bizim tayin etmemize hacet yoktur zannederiz. Az bir müddet intizara katlandığı hâlde bunun -edebiyatımızca vücuda getireceği tagayyür ve teceddütten- nasıl bir gevher-i bî-paha-yı kemal olduğu kendi kendine anlaşılır.

(…)