';
372. Sayı / 5. Sayfa

Miladi Tarih: 28 Nisan 1898

Rumi Tarih: 16 Nisan 1314

4. Sayfa
2 Yazı
6. Sayfa
2 Yazı
Hasbıhal [*]

[*] Monolog mukabilidir. Monologue = Tiyatro sahnesinde yalnız bir adam kalıp kendi kendine söylenmesi. “Kamus-ı Fransevi”

 

İlk Görücü

Dün kapının önünden süslü bir araba geçti. Yine geri döndü. Geçer a… Döner a… Bundan tabii ne olabilir? Çın… Çın…! Kapı… Bu da tabii… Misafirler… Bu da tabii… Merdiven başına gittim, başımı uzattım. İki hanım, yanlarında bir halayık… Bu da tabii… Derken aşağıda bir telaş, bir kıyamettir koptu. Bu tabii değil! Dadım etekleri ayaklarına dolaşarak basamakları ikişer üçer sıçrayarak yukarı çıktı. Soluk soluğa:

– Şey, dedi. Şey küçük hanım…

– Şey ne, şey kim dadı?

– Onlar işte, şeyler canım! A, vallahi şeyler! Sen böyle şeyle olmaz. Şuraya şeye gir. Haydi, buralarda dolaşma! İşte şeyler geliyor!

Şey… şey… şey… diye diye validemin yanına koştu. Yalnız “Ayol dadı, arabadan ne çok şeyler çıkmış!” diyebildim.

(…)

Trablusgarp’ın Manzara-i Umumiyesi

[İmza: Diran Çırakyan]

Hikmet-i Bedayie Dair

-3-

Mahsulat-ı Fikriye-i Beşeriye, Mahsulat-ı Tabiiye

Mahsulat-ı fikriye-i beşeriyeyi,  mesela bir şiiri, bir romanı, bir heykeli, bir eser-i mimariyi mahsulat-ı tabiiye, mesela bir ağaç, bir ot gibi telakki ve mütalaa ederek ağacın, otun zuhura gelişini izah için bulundukları arz ve iklim nasıl tetkik ve mütalaa olunursa mahsulat-ı fikriye-i beşeriyeyi anlamak için de bunların yetiştiği zaman ve mekânı nazar-ı teemmüle almak, yani şu iki nevi mahsulat arasında bir fark görmemek fikri ancak on dokuzuncu asır marifetinde terekkiyat-ı ulum ve fünun ile müyesser olmuş, neşvünema bulmuştur. Bu fikrin en büyük hizmeti “İpolit Ten”dir [Hippolyte Taine]. Geçen haftaki makalemizde bu üstadın esas mesleğinden bahis olunurken “Mahsulat-ı fikr-i beşer dahi mahsulat-ı tabiiye gibi ancak muhitleriyle izah olunabilir” denilmişti. Bahsin ehemmiyet-i azimesi derkâr olduğundan iyice anlaşılmak için şu nokta üzerinde azıcık ısrar etmek isterim. Eskiden, asar-ı beşeriyeyi ve bilhassa asar-ı sanatı, hiçbir sevk ve mecburiyet neticesi olmaksızın tesadüfi olarak vücut bulur zannederlerdi. Ten [Taine] bu fikirden bahsettiği sırada: “Filhakika sanatkârın kendi keyfine göre ihtira etmesi, halkın bu ihtira-i asarını meyyal-i tebeddül bir zevke göre takdir eylemesi şu esen rüzgârlar gibi serbest zannolunabilirse de rüzgârların sabit ve muayyen kavanini vardır.” diyerek bir eser-i sanatın nasıl vücuda geleceğini tetkik ediyor ve bunu izah için asar-ı sanatı nebatata teşbih ile bir toprakta bir nebatın yahut aynı neviden nebatatın, mesela portakal ağacının ne gibi şerait tahtında tevsi ve intişar edebileceğini şu veçhile arıyor:

(…)