';
379. Sayı / 12. Sayfa

Miladi Tarih: 16 Haziran 1898

Rumi Tarih: 4 Haziran 1314

11. Sayfa
2 Yazı
13. Sayfa
2 Yazı
Şöhret-i Sehile

Ali Kemal Bey’e

“Edebiyat-ı Cedide – Menşe ve Esasları” makalesinde size ait olan satırlara dün İkdam’da cevap veriyorsunuz. Biraz şiddetli, doğruluğu cihetiyle biraz acı olan sözlerim sizi ziyade müteessir etmiş ki Servet-i Fünûn’u okur okumaz yazdığınız bu makale perişani-i fikir ve ifadeden kurtulamamış. Fakat şimdi bu gibi şeylerle iştigali, zahiri bir nezaket altında ihfaya çalışılan tezyifleri bir tarafa bırakarak sizinle açıktan açığa, halisane görüşelim. Belki bu müsmir olur ve tarafeynce ne denilmek istenildiği anlaşılır. Eğer birbirimizin maksadını amden anlamamak istersek artık faydasız kalacak olan mübahaseyi keseriz. Şimdi geliniz, “Şöhret-i Sehile” ve “Ah Mine’ş-Şiir ve Halatihi” unvanlı bentlerinizi, havi oldukları mevat itibarıyla üç nokta-ı nazardan tetkik edelim.

Evvela: Hikmet-i Bedayie dair bir tetkik-i naçizane mahsulü olarak dört beş haftadır Servet-i Fünûn’da neşredilen makalelerimi beğenmiyorsunuz. Bunların bi-esas olduğunu şu satırlarla anlatıyorsunuz:

“Yeni edebiyat-ı cedidenin mücahitlerinden biri Hikmet-i Bedayi’ namına ne tuhaf sözler fırlatıyor, ilmi hercümerç, tarihi tarumar ediyor… & … Hikmet-i Bedayi diye de umulmaz hezeyanlarda yüzeriz. Yüzeriz de yine ne hükmü var, edip geçiniriz.”

diyorsunuz. Şimdi insaf ediniz, benim birçok çalışarak, bir hayli kitap karıştırarak meydana koyduğum bu mübahati çürütmek için bu kadarcık bir söz kifayet eder mi?

(…)

Şiir: Bisiklet

-30 Mayıs 1314-

Edirne Jandarma Kumandanı Saadetlü Muhlis Paşa Hazretleri
Musahabe-i Fenniye

İlm-i ensab – Uruk-ı beşerde ihtilaf – Terakkiyat-ı medeniye – Mürur-ı asar ve ezman – İklimin bünyeye, mizaca, şahsa tesiri – Lumberozu’ un [Cesare Lombrosso] mütalaatı – Ab u hava ve zemin – Esnafın kendine göre şahsı – Sanayi-i nefise ve şahsiyet – Tarz-ı hayat ve suret-i maişetin insanlar üzerine tesiri –  Hotantolar ve develer

İnsanlar arasında az çok bir fark var. Dünya birbirine tamamen müşabe iki insan bulmak hemen gayr-i mümkündür derler. Bu da doğrudur. Milyonlarca, milyarlarca insanlar fert itibarıyla nazar-ı itibara alınırsa azanın, alaim-i vechiyenin ahenk ve tenasübünde kuvve-i fatıra öyle bir harika göstermiş ki bir cinse, bir kavme mensup olan insanların efradı arasında bir fark hasıl etmiş, her şahsa kendine has bir sima vermiştir. Bununla beraber insanların bir kısmı arasında bazı havass-ı müştereke ve mümeyyize bulunuyor ve bunları birçok cihetlerle birbirine müşabih gösteriyor. Mesela bazılarının rengi, kemiklerinin biçimi, kad ve kametleri birbirine benziyor, ağızları, dudakları, cepheleri, yanakları gözleri velhasıl alaim-i vechiyeleri arasında bir münasebet bulunuyor.

(…)

Bahsetmek istediğimiz noktayı bir az daha açık söyleyelim: Devr-i kadimde en ziyade şöhret alan ve mebnay-ı medeniyetin esasını vaz edenler sırasında görülen Mısrilerin, Asurilerin bünyece, teşkilat-ı uzviyece, alaim-i vechiyece bir sıfat-ı mümeyyizesi vardı.

(…)